Soğuk savaşın bitmesi, SSCB önderliğindeki sosyalist bloğun çökmesi sonrası, küreselleşme adı altında kapitalizmin farklı bir evresine geçildiğini biliyoruz. Esasen çok boyutlu irdelenmesi gereken bu evrede; gelişmiş ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada, birey konfora yönelik bir yaşam biçimine sıkıştırılıp, müşteriye çevrilirken, sorgulayan yaklaşımdan uzaklaştırılmak istendi, ne yazık ki epey de başarılı olundu.
Küreselleşme, -kapitalizmin doğası gereği- kalkınmanın işlevsel boyutunu ve bölüşüm konularını tamamen göz ardı ederek; üretimin yanına çok irileşen finans sektörünü koyarak, toplumların gözünde sihirli ve sahte bir büyüme kavramı ile çok ciddi bir alalama süreci yarattı. Özellikle 2008 krizinde, toplam üretilen değerle finans sektörünün oluşturduğu yapay değer arasındaki farkın korkutucu boyutlara ulaştığı iyice bilinir hale gelince yaşanan tedirginlik sonrası, çözüm konusunda bağımlılık yaratan aynı yöntem denenmeye devam edildi, halen de edilmekte.
AKP’NİN BALON PROJELERİ
Ülkemize yansımaları 1980 darbesi ile başlayan, gittikçe yoğunlaşarak günümüzde de devam eden bu süreçte, sürece büyük bir istekle eklemlenen siyasal İslamcı gelenek; kamucu politikalar, işlevsel ve planlı kalkınma, sosyal adalet, hakça bölüşüm gibi tüm kavramları dışarıda bırakan, ülkemizi kontrolsüz, vahşi bir piyasa ekonomisi ve kapitalizmin dayatıldığı bir yaklaşıma teslim etmiştir. Bugün muhalefette gezinen bazı AKP eskilerinin etkin oldukları ve nedense pek bir övündükleri dönemde de, üretimden uzak, finans oyunları ve siyasal İslam geleneğinin en iyi anladığı betonlaşma yaklaşımıyla, sisli ve yapay büyüme görüntüsünün arkasına saklanarak ekonomide mucize yaratıldığı iddia edilmiştir. Esasen bugün yaşanan yıkım derecesindeki ekonomik krizin yolunun taşları döşenmiştir.
Aslında öncelikle, bugün birçok yerde dillere pelesenk olan “AKP’nin özellikle ilk on yılında özgürlükçü bir yaklaşımı vardı, ekonomi de iyi yönetiliyordu” biçimindeki dayanaksız ve ezbere söylemi ortadan kaldırmak gerek. Yukarıda söylediğimiz, sisli ve sahte büyüme rakamlarının arkasında; “altyapı yatırımı,” “proje” gibi süslü söylemler ile kamuoyunun ikna edilmeye çalışıldığı, AKP'nin betonlaşma politikasının yansımaları yaşanıyordu. Kamu eliyle yapılması gereken gerekliliği de tartışmalı projeler, kamu özel işbirliği (KÖİ) adı altında yandaş sermayeye yaptırılarak, toplumun sırtına ağır bir borç yükü bindiriliyor; inşaat sektörünün kısa vadede getirdiği hareketlilikten yararlanarak, bir süre sonra patlayacak bir sevimli balon yaratılıp, o balonu izlememiz isteniyordu.
ÇEŞME PROJESİ
İşte 3 yıla bir süredir konuştuğumuz Çeşme projesi tam da böyle bir projedir. Yüz binlerce dönüm alanı kapsayacak biçimde, içinde aklınıza gelebilecek her türlü koruma alanını barındıran bir bölge, yine tatlı ve süslü kapitalist söylemler ile yapılaşmaya açılmak istenmekte. Su fakiri bir bölgede golf sahaları yapmak gibi akla ziyan bölümler içeren, on binlerce yılda oluşmuş bir ekosistemi yok edebilecek, adı da sevimli olsun diye “turizm bölgesi ilanı” olarak konan Çeşme projesi, AKP’nin ve küreselleşmenin açıklamaya çalıştığımı özelliklerini bire bir taşımakta.
Bu proje için, son dönemdeki Çeşme ilçesinin popülerliğinden yararlanarak ve Çeşme ilçesinin bakir alanlarında önemli bir yapılaşma yaratarak, yine kısa vadeli inşaat sektörünün yaratacağı hareketlilik ile bir süre sonra patlayacak, üzerinde “zenginleşme”, “taşınmaz fiyatlarında artış” yazan sevimli bir balon yaratılıp kamuoyu ikna edilmeye çalışılıyor. Oysa, son 40 yıldır hep denenen, artık küresel ölçekte de tükenme noktasına gelen küresel kapitalizmin bu yansımasını İzmirliler olarak elimizin tersiyle itmemiz gerekir.
Burada tüm ayrıntısı ile açıklamaya olanak yok, açılan davalarda Çeşme projesinin sakıncalarını ortaya koyan bilirkişi raporu sonrası, biraz ayak sürüyen yargı sürecinde, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, Çeşme projesi ile ilgili turizm bölgesi ilanına (sınırların yeniden belirlenmesine) ilişkin işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Ama deneyimliyiz bu konuda, projenin sınırlarında biraz değişiklik yapıp, bazı tepki çeken kısımları arkada bırakarak, yani biraz makyaj yaparak yine geleceklerdir. Peki biz ne yapacağız?
İzmir kent merkezi, yoğun ve çarpık yapılaşmanın yıkıcı etkilerinden kurtulamadı, Çeşme’nin büyük kısmında, Karaburun yarımadasının bir bölümünde de yıkıcı etkiler epey yol aldı, şimdi sıra Urla ve Çeşme’nin güney kıyılarına geldi. Anlatmaya çalıştık; kapitalizmin bize gelişme diye yutturmak istediği “zenginlik”, “tüketim”, “büyüme” sarmalına feda mı edeceğiz yarımadayı, yoksa yarımadayı tarihine, kültürüne, coğrafyasına, doğal dengeye uygun biçimde koruyacak mıyız? Çeşme projesi için Bakanlığın videosundaki dil ile söyleyelim; “Çeşme’nin, Urla’nın, yarımadanın yeni bir hikayeye ihtiyacı yok, Çeşme, Urla, yarımada kendi hikayesini korusun yeter.” Biz böyle söyleyelim de, siz bize yine “istemezükçü” deyin.
YORUMLAR