6 partinin ortaklaşa açıkladığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Üzerine Mutabakat Metni”ni tartışıyoruz son günlerde. AKP’nin 20 yıla yaklaşan iktidarı sonunda, ülkemiz karanlık ve kritik bir dönemden geçerken, pusulasını kaybetmiş bir gemi gibi tehlikeli sularda dolaşırken bir tutam umuda muhtaç yurttaşlar olarak, AKP (MHP) iktidarı sonrasında iktidara en güçlü aday olan Millet İttifakı’nın açıklayacağı bu metni merakla bekliyorduk.
Bu metin üzerine oldukça fazla siyasi değerlendirme yapıldı. Bu yazıda mümkün olduğu kadar hukuksal çerçeveden bir değerlendirmeye yapmaya çalışacağız, ama siyaset ile hukukun bu kadar iç içe girdiği böyle bir konuda ne kadar başarılı olabiliriz, bilmiyorum.
Metin güçlendirilmiş parlamenter sistem ile ilgili ayrıntılar dışında, 6 partinin ilk başta anlaştığı anlaşılan “TRT ve Anadolu Ajansı’nın keyfi akreditasyon kararları”, “mal beyanında bulunmayan TBMM üyeleri hakkında uygulanacak yaptırımlar”, “siyasi partilere Hazine yardımının oranı ve dağıtılması” gibi göreceli olarak ayrıntı sayılabilecek konuları da içermekte. Ancak “büyük oranda yitirilen devletin temel niteliklerinin, -laiklik gibi- kurumsal olarak yeniden nasıl güvence altına alınacağı, yaşama geçirileceği”, “devlet içindeki konumu ve yeri ile zıt biçimde devlet yönetimine simgesel anlamda da olsa yön vermeye çalışarak –çok sevilen sözcükle söyleyelim- adeta vesayet makamı haline gelen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev sınırına çekilmesi ve yeniden yapılandırılması” gibi konuları içermemesi anlamında eleştiri konusu olmaktadır ki, metnin yöneldiği anlam ve amaç açısından bakıldığında, bu eleştiriler hukuken de haklıdır ve yerindedir.
Güçlendirilmiş parlamenter sistem başlığı ve kullandığı ifadeler ile, önceki parlamenter sistemden farklı bir sistem beklentisi yaratan metinde öngörülen sistemin, klasik özellikle metinde çok eleştirilen 1961 Anayasası’nda öngörülen parlamenter sistemle büyük oranda aynı olduğunu vurgulamak gerek. Esasen, metinde “ülkemizdeki köklü parlamenter gelenek” diyen metnin hazırlayıcıları da, bu gerçeği söylemek zorunda kalmışlar.
Yerinde olarak kuvvetler ayrılığına özel bir önem ve vurgu yapılan metinde, kuvvetler birliğini esas alan ve ögeleri bakımından tipik bir Anayasa sayılamayacak Kurtuluş Savaşı’nın özel koşullarının yarattığı 1921 Anayasası’nın “kapsayıcılık” adı altında örnek gösterilmesi, önemli bir çelişki olarak göze çarpmaktadır. 1921 Anayasası’na yapılan kapsayıcılık vurgusu, bu Anayasa’da dönemin koşullarına göre yer alan “Devletin dini İslamdır” ve “kısmi yerel özerklik” maddeleri nedeniyle metnin amacı yönünden kuşku yaratmaktadır.
Mutabakat metninde, parlamenter sistem ile meclis hükümeti arasında karma bir sistem öngören ve çok partili siyasal yaşamın başladığı 1924 Anayasası ve parlamenter sistemin kurumsallaştığı 1961 Anayasası’ndan “geçmişin dar kalıpları” diye söz edilmesi ve bu Anayasalar’ın Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gibi dünya hukuk tarihi açısından ucube bir sistem ile eşdeğer gösterilmesi, 6 partinin parlamenter sistem talebi ile çelişki yaratan diğer önemli bir soru işaretidir.
Laiklikten söz etmeyen, laikliğin yeniden tesisi konusunda hiçbir öneri içermeyen metinde, laiklik sözcüğü sadece din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olarak vurgulanmaktadır. Laikliğin din ve vicdan özgürlüğünden ibaret olmadığı çok açık. Ayrıca “herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak eşit şekilde toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katıldığı bir sistem" söyleminin laikliğe aykırı taleplerin önünü açabileceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Haklı olarak denge ve denetim mekanizmalarına özel önem verilen metinde, 1961 Anayasası’nın hukukumuza kazandırdığı Anayasa Mahkemesi’nden eleştirel bir dille söz edilmesi, metin açısından inandırıcılık sorunu yaratmaktadır.
1961 Anayasası ile çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçildiği, Anayasa’nın üstünlüğü ilkesinin benimsendiği ve kurumsallaştığı, kuvvetler ayrılığının benimsendiği ve devlet iktidarının paylaşıldığı, temel hakların genişletilip, güçlendirildiği, sosyal devlet kavramının hukukumuza kazandırıldığı düşünülürse, öngördüğü yenilikler bakımından 1961 Anayasası ile kıyaslanması mümkün olmayan mutabakat metninin, 1961 Anayasası için kullandığı dil sorunludur.
“Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması” gibi hayli iddialı ve esasen siyaseten oldukça tartışmalı bir ifade ile kamuoyu karşısına çıkan metnin hazırlanmasında, esasen oy oranı bakımından ittifakı oluşturan CHP ve İYİP’e göre oldukça dar bir kitleyi temsil eden 3 partinin ve CHP Genel Başkanı sayın Kılıçdaroğlu’nun tam olarak ne olduğu tam anlaşılamayan “helalleşme” söyleminin etkin olduğunu söylersek, sanırım siyasal bir değerlendirme yapmış oluruz, ama yanılmayız.
Bu yazıda değinilen noktaların, ülkemizin yaşadığı ağır tahribatın düzeltilmesi için bir iktidar değişikliğinin şart olduğunu düşünen geniş kesim içinde daha iyiye, daha tutarlıya gitmek amaçlı yapılmış yapıcı eleştiriler olduğunun anlaşılabilmesi umuduyla…
YORUMLAR