DOLAR 32,3537 0.31%
EURO 35,1307 -0.02%
ALTIN 2.301,381,06
BITCOIN 23085453,64%
İzmir
19°

PARÇALI BULUTLU

üst menü altı

İlk ve önemli bir mektup

ABONE OL
12 Aralık 2020 11:46
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Demokratgündem’de bana gelen ilk mektup köklü İzmirli Mehmet Ali Özeriç’ten oldu…

Namık Kemal’li olan Mehmet Ali Özeriç, son günlerde İzmir’in gündeminde olan ‘Kemeraltı’nı ele almış ve düşüncelerini şöyle değerlendirmiş:

‘Sevgili Yaşar , hep hayalim nedir bilir misin? 

Avrupa’da hemen hemen her şehrin sahip olduğu old City  ‘Eski Şehir’ ' e İzmir’imizin de sahip olması…

Bilirsin Avrupa’da turist  hangi şehre giderse gitsin ziyaret edeceği adres o şehrin ‘Old City’dir.

Un var, şeker var!

Neden helvayı karmayalım?

Başlayalım Basmane’den, gidelim Tilkiliğe doğru…

Devamı Mezarlık başı, Agora…

Devam edip; Anafartalar caddesine Kemeraltı’na girip, Hükümet konağının bitişinde Konak meydanına girelim…

 

BİRBİRİNDEN GÜZEL VE ÖNEMLİ!

Geçtiğimiz bu rotada neler var neler?

Havra sokağı, ibadethaneler, çeşmeler, hanlar hamamlar…

Beyler sokaklarında gizli kalmış Osmanlı Türk Mimarisi eserler güzel konaklar…

Daha neler neler?

Ne lazım bize? 

Bu değerleri ortaya çıkaracak ‘Bir belediye’ lazım bize.

Unesco eminim bu konuda düzgün, namuslu projelerle gelinirse gerekli yardımı yapacaktır. 

Ben de bu projeyi gerçekleştirenlerin ellerinden öpeceğim…

Sağlıkla kal kardeşim…

 

HER ŞEY ‘HİKÂYE’ İLE BAŞLAR…

Demokratgündem’deki ilk yazımda ‘Hikaye’den söz etmiştim…

Bunu da 80 küsur yaşında kaleminin elinden bırakmadan aramızdan ayrılan ustalar ustası Kaya Çelikkanat üstadımızdan öğrenmiştim.

‘Başın sıkıntıya girmesin, diye olayları hikâye ile anlat’ der, örnekler verirdi.

İzmir’de ‘Tansa’ daha doğrusu Tansaş’ın kurulmasını sağlayan üç kişiden biri idi Boksör Başkan İhsan Alyanak’la birlikte…

Neyse ben çok daha önceki yıllara, bir hikâye ile gideyim…

Bunu da bana anımsatan araştırmacılığı yanında, fotoğraf ustalığı da olan gazeteci arkadaşım Gürol Tulunay oldu…

Ama önce yurtdışındaki bir iletişim fakültesine, orada John Grant’ın ‘marka’ dersine girelim:

John Grant önce bir hikâye anlatıyor, sonra yaptığı söyleşilerle süslüyor ve ders sonunda ise vurucu hamleyi örnekleriyle ortaya koyuyor.

Bizdeki önemli girişimci Nevzat Aydın’ın ‘Yemek Sepeti’ gibi…

Ama konum böyle bir ‘marka’ girişimi değil…

Konum Kemeraltı…

Sevgili Mehmet Ali Özeriç’in sözünü ettiği Kemeraltı…

 

AYNEN ZAMANIMIZDAKİ GİBİ…

Bir zamanlar uzaklarda bir kentte, bir şehir pazarında hiçbir şey yolunda gitmiyormuş…

Tüm lambaları, çömlekleri, kilimleri, kumaşları ve mücevherleri yapan zanaatkârlar, insanların gitgide daha az alışveriş yaptığını fark etmiş.

Acaba Amerikan filmlerindeki gördükleri plastik ve metalden yapılmış yabancı malları mı alıyorlarmış?

Pazardaki tezgâhlarda yer alan ürünlerin fiyatlarını ucuzlatmışlar.

Hatta ithal malların taklitlerini bile yapmaya başlamışlar.

Ama bu görünüşe göre; işleri daha da kötüleştirmiş!

Ve zanaatkârların durumu pek iyi olmadığı için, onların çevresindeki diğer işyerlerinin durumu da pek iyi değilmiş.

Ve sonrasında insanlar gittikçe daha az alışveriş yapar olmuşlar.

 

İŞTE İLK HAREKET!

Bir gün kasabaya bir adam gelmiş!

Çocukluğu orada geçmiş, ama daha sonra uzaktaki bir ülkelerde yaşayıp servet yapmış biriymiş.

Zanaatkârların bu kadar az iş yaptıklarını görünce üzülmüş.

Çünkü ona mutlu çocukluğunu hatırlatan tüm o zanaatkâr eserlerini çok seviyormuş.

Bunun üzerine ne yapmış biliyor musunuz?

Bir otel açmış!

Otel kumaşlar ve halılarla, çömlek ve kilimlerle lüks bir şekilde dekore edilmiş.

Zanaatkârlar burası için işlerini yeniden canlandıracak kadar çok ürün yapmışlar.

Ayrıca, adamın seyahatleri boyunca kaptığı fikir ve tarzlardan esinlenerek yarattığı otelin tasarımına uygun yeni şeyleri, yeni yollarla yapma imkânı da bulmuşlar.

 

ZOR DEĞİL…

Otel muhteşem olmuş ve kısa sürede tanınmış.

Turistler oraya kalmaya geldikçe, bu büyülü şehri hatırlamak için pazarlardan el işi ürünler almışlar.

Yöre halkı da, tüm o elişleri ürünlerin böylesine yeni bir tarzda yapıldığını görünce ortaya çıkanlardan gurur duymaya başlamış ve pazardan yeniden alışveriş yapar olmuşlar.

 

KAYIPLARIMIZ OLMASA?

Bu hikâye bizim nedense önem vermediğimiz zanaati zamanımıza taşımayı konu alıyor.

İzmir, tarih boyunca el sanatlarıyla ünlü bir yerdi.

Şimdi, el sanatlarına duyarlılığı olan üreticilerimizi ortaya çıkarıp Kemeraltı için isteğe özel ama ölçeklendirilebilir üretim sistemleri yaratmamız lazım.

Bunlar aklama belirttiğim gibi Gürol Tulunay’ın bir söyleşisinden geldi:

9 Aralık’ta ecdat yadigârı dükkânları ile ünlü Tire’de Aptullah Usta ile bir söyleşi yapmış…

Aptullah Usta, hala semer yapıyor veya kendi deyimiyle ‘artık tamirci oldum!’ diyor. 

Sebep olarak da ‘artık semer yapacak eşek kalmadı, her şey motorize oldu!’ diyor.

Biliyorum, şimdi birçok okuyucum, ‘Abdullah Usta yanılıyor, etraf eşek dolu!’ diyecek ama ben bu konuyu ele almayacağım…

Söyleşiyi okuyucunca, ‘Deveci semerci’yi öğrenmiş oluyoruz.

Acaba bunu bilen kaç kişi var?

Geçelim…

 

BİR ÖRNEK DE URLA’DAN

Dört gün önce ise Urla’nın son nalbantı Mehmet Erge ustadan söz etmişti.

Rahmetli olmuş…

Mehmet Erge usta, ‘Benden sonra tufan’ demişti…

Yani ‘yokuluş’tan söz etmişti…

Dediği oldu:

Şimdi Urla’da ‘nalbant’ yok!…

Nalbantın önemini burada belirtecek değilim…

 

İZMİR DE KEMERALTI DA SAHİPSİZ OLAMAZ

‘Sahipsizlik’ en büyük talihsizliktir.

Ama İzmir’in ve Kemeraltı’nın böylesine bir sıkıntısı yok…

Çok şükür değerli hemşehrilerimiz var…

Örneğin bir Uğur Yüce çıkıyor, kendisi gibi duyarlı olanlarla TARKEM’i kuruyor…

O da benim gibi düşünüyor olmalı ki, söylediği şu:

‘Kemeraltı esnafının durumu kötü ve çok kötüye doğru gidiyor!’

Esnaf para kazanmıyor…

Kendi birikimleriyle ayakta kalmaya çalışıyor.

Tarihi alanda 15 bin konutu saymazsak bile buradan ekmek yiyen 60 bine yakın kişi var.

Bu rakam dolaylı olarak 150 binleri buluyor…

 

İÇİM YANDI

Geçenlerde Basmane’deki tarihi otelciler sokağından da ‘Açız’ gibi duymak istemediğimiz bir ses geldi.

Hâlbuki buraya da büyük destek verilmişti…

Bence hikâyede olduğu gibi olay, yani büyük yeni proje buradan başlayarak Konak Saat kulesine kadar yayılmalıdır.

El sanatları ve zanaatkarlarımıza iş imkanı yaratılmalıdır.

İşte Kemeraltı dediğimiz büyük alan da bu iş kullanılmalıdır.

Avrupa’ya ya da dünyanın neresine gidersek gidelim mutlaka ve mutlaka o kentin hatırası olarak küçük hediyelikler alırız…

İzmir bu konuda bir numara olabilir…

Bir porsiyon yemek için ülkeler arası, kıtalar arası seyahat edenleri biliyorum…

Hatırlıyorum:

Bodrum’da bir sandalet ustamız, zanaatkarımız vardı…

‘Bodrum tipi’ sandaletlerin yaratıcısıydı…

Özellikle turistler kuyrukta bekliyordu…

Roma’da ünlü ‘Roma dondurmasını’, Bursa İskender gibi yaratanın üçüncü kuşak, küçük dükkanını aradım buldum…

Turistler kuyrukta bekliyordu…

Bizim ‘sakızlı dondurmamızın’ yanında bir hiç idi…

Ama tanıtımı binlerce kişiyi oraya çekiyordu…

Hadi bir el verelim şu bilmem kaç yıllık tarihi Kemeraltımızı ayağa kaldıralım…

Ama iş kaldırım yapmakla, yolu asfaltlama ile bitmiyor…

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Yazımın girişinde John Grant’tan aktardığım hikâye sanki bizim halimizi yansıtıyor…

Ama sonuç önemli…

O da belli…

Yeniden bir şeyleri keşfetmemize gerek yok…

Sadece elimizdeki zanaatkârlarımızı istim vermemiz, desteklememiz, imkân yaratmamız lazım…

Bu kadar…

Bazımız ‘Hikâye anlatma, kısa kes!’ der ama yaşam ve gerçek mutlaka bir hikâye ile başlar…

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP