Yine geldi 17 Nisan, hep gelecek, her yıl; mezunları artık çok azalsa da, unutulmayacak Köy Enstitüleri. Cumhuriyet’in en önemli eğitim hamlelerinden biriydi, adını doğru koyalım devrimci işlerinden biriydi. Ömrünün kısalığının tersine uzun ve büyük etki yarattı tarihimizde.
Babası Köy Enstitü havası koklamış biri olarak, duygusal da yaklaştığım bir konu Köy Enstitüleri. Babam, 1936 yılında Burdur’un, Toroslar’ın tepesinde bir köyü Kozağaç’ta, ceviz çırpımında (cevizlerin çırpılarak toplandığı sonbaharda) doğmuş. Babam fakirliği, ulaşım yokluğunu, hiçliği, dünyadan kopmuşluğu anlatınca her defasında gözlerim yaşarır. Köyden Tefenni’ye 30 km’nin yürüyerek, elde tahta bavulla gidildiğini duymak, yüzleri yanık,ezik köylüleri aklıma getirir, içim burkulur.
YÜCEL İLE TONGUÇ “BAŞARDILAR”
Köy Enstitüleri,demokrasi havarisi (!) kesimler tarafından, işin acısı CHP’nin bugünkü genel başkanınca da küçümsenmek istenen o tek parti döneminde, Cumhuriyet devriminin aydınlanma hedefine yönelik olarak kuruldular. Köy Enstitüleri; Türk köylüsünü tarımsal üretimden ve köyden uzaklaştırmadan, köyü; toplumun eğitimli, dinamik, üretken, düşünce de üreten, sorgulayan birimi yapacaktı. Hem de bunu şehirde yetiştiği için yapamadığı anlaşılanlar yerine, köyün kendi içinden çıkan köylü çocukları ile yapacaktı.
Bizde genelde olduğunun aksine bu proje lafta kalmadı. Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç başardılar. “Başardılar” yargısını anlamlı kılmak için söylemek gerek. Öyle bir dönem ki; genelde söylenenin aksine sadece toprak ağaları değil; Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak karşı, TBMM Başkanı Kazım Karabekir karşı, hafif hafif palazlanan sermaye kesimi karşı, politikacıların çoğu karşı, asker-sivil bürokrasi karşı, İstanbul dükalığı karşı. Tonguç'un başını çektiği bazı eğitimcilerin müthiş çabası, Hasan Ali Yücel'in ödünsüz ve projenin içine katılan desteği, İnönü'nün önce istikrarlı, sonra isteksiz desteği ile ayakta kalmaya çalıştılar. O kadar kırılgan bir zemindeydiler ki. Bu kırılgan zeminde esası 6, ismi devam ederek topu topu 10 yıl civarı bir süre.
Bu köylü çocukları; masada yemek yemeyi, mandolini, flütü tanıdılar; işledikleri toprağı, ürettikleri ekini çalışarak, bizzat yaparak öğrendiler; kadın haklarından haberdar oldular; imeceyi, dayanışmayı yeniden, heyecanla ve umutla köyleri için duydular. Her şeyin kadere bırakıldığı bu topraklarda bir şeylerin değiştirilebileceğine inandılar.Toplantılarda okul müdürünü eleştirme hakkını gördüler, yaşadılar, hep ezilmiş köylülerin çocuklarında yüzyıllar sonra bir özgüven yeşeriyordu. Eğitimi sınıfa hapsetmeyen, öğrencinin ezberleyerek değil, yaparak, üreterek, değerini anlayarak öğrenmesini sağlayan, o kadar önemli bir modeldi ki.
Köylü gençler, bu umutla, heyecanla döndüler, köy ve köylü için çalışmaya başladılar. Karşısında bizde alışılanın aksine masa başında oturan okumuşlardan değil, okul inşaatında harç karan, okulun badanasını yapan, köylülerle birlikte toprağa bağdaş kuran, hasattan, çapadan anlayan, kendilerini küçümsemeyen, içlerinden çıkan bu gençleri gören Türk köylüsünde de bir umut filizleniyordu. Türk köylüsü haklarını bilecek; ürettiği değeri fark edecek, horlanmayacak, kentliyle, zenginle, ağayla, bürokratla eşit hakları olduğunu bilecekti.
KÖY ENSTİTÜLERİ İLE BİRLİKTE BİR GELECEĞİ YIKTILAR
İnönü desteğini çekince, Köy Enstitüleri’ne acımasızca, büyük iftiralarla saldıran büyük ittifak, hemen daha 1946’da kazandı. Köy Enstitüleri’ni darmadağın etme süreci başladı. Bugüne baktığımızda köylerin ıssızlaşması, ekilmeyen tarım toprakları, büyük kentlere taşınmış sadece kentlerde yaşayan,kentli-köylü karışımı üretimden uzak bir sınıfın ortaya çıkışı, tarım ülkesi olan Türkiye’de korkmaya başladığımız gıda krizi.Daha da uzatabiliriz, hepsinin temelinde bir yerlerde Köy Enstitüleri’nin kapatılması var. Köy Enstitüsü mezunları öğretmenlerin çektikleri, öğretmenliğin bilinçli biçimde gözden düşürülmek istenmesi, Şerif Mardin’in “öğretmen kaybetti, imam kazandı” cümlesine kadar varan bir süreç.
Köy Enstitüleri’nden kalan bir binada, on yıllar sonra depoda bulunan ortasından kesilmiş bir piyanoyu anlatmışlardı desem, tüm söylediklerimin ve söyleyemediklerimin bir özeti olsa gerek.
YORUMLAR